Sultan I. İbrahim

« Geri

Sultan I. İbrahim

5 Kasım 1615’te İstanbul’da Tersane Saray-ı Hümayunu’nda Sultan doğan Sultan I. İbrahim'in babası Sultan I. Ahmed, annesi ise Mahpeyker (Kösem) Sultan'dır.

17 Şubat 1638 tarihinden beri öz kardeşi IV. Sultan Murad‘ın veliahdı idi ve 8 Şubat 1640'ta IV. Murad‘ın beklenmeyen ölümü üzerine, henüz 24 yaşındayken, dünyanın en büyük devletinin başına geçti. Sultan İbrahim, şehzadelik yıllarını cellat bekleme kabusu içinde yaşadığı için sinirleri bozuktu; daimi bir baş ve vücut ağrısından şikayet ederdi ve kendisini tahta davet edenleri: "Bana taht-u saltanat gerekmez; karındaşım sağ olsun; benden ne istersiz?" diye karşıladı; hileyle idam edileceğini sanarak dairesini kilitledi. Annesinin zoru ile, dairesinden çıkarıldı ve imparatorlukta titretmedik yürek bırakmayan ağabeysinin öldüğüne ancak cenazesini gördükten sonra inandı.

Bu olaya şahit olanların anlattıklarından ötürü Sultan I. İbrahim bazı tarihçiler tarafından "Deli İbrahim" olarak anılıyor olsa bile onun hakkında iki karşıt görüşte bulunan gruplardan ilki onun dinine çok düşkün ve imanlı bir olduğunu söyler, diğeri ise zevk ve sefa içinde kadın düşkünü bir padişah olduğunu iddia eder. Ama gerçek şudur ki, Sultan I. İbrahim küçük yaştan itibaren saray ortamında entrikalar içinde büyümüştür. Abisi IV. Murad tahta geçtikten sonra diğer iki kardeşini öldürmüş, şehzade İbrahim'i ise annesi Kösem Sultan "Akli melekeleri yerinde yok." diyerek kurtarmıştır.

Sadrazam Kara Mustafa Paşa, Taht Odası'na geçen Sultan Birinci İbrahim'in başına, Hırka-i Saadet Dairesi'nden getirilen, Hz. Ömer'in Sarığı'nı yerleştirdi. Sultan Birinci İbrahim, tahta geçtiği ilk yıllarda sinir hastalığı yüzünden sık sık kriz geçiriyordu. Bu sırada sadrazamlık koltuğunda bulunan Kemankeş Kara Mustafa Paşa devlet işlerini en iyi şekilde yürüttü. Kemankeş Kara Mustafa Paşa, İranlılarla Kasr-ı Şirin Antlaşması'nı imzalayıp, İstanbul'a geldikten sonra, giriştiği mali işlerde de başarılı oldu. Ocaklı sayısını indirip maaşlarının düzenli olarak verilmesini sağladı. Bu olumlu faaliyetler sonunda devlet bütçesi denkleşmiş oldu. Donanma işleriyle de ilgilenen Kemankeş Mustafa Paşa, her yıl belirli miktarlarda kadırgalar yapılıp donatılmalarını sağladı.

Ancak, daha sonraki yıllarda Sultan Birinci İbrahim devlet işleriyle bizzat ilgilenmeye başladı. Sultan Birinci İbrahim tahta çıktığında soyunun tek şehzadesi o kalmıştı. Bu yüzden ilk oğlu Şehzade Mehmed (Sultan IV. Mehmed) doğduğunda ülkede şenlikler düzenlendi.

Padişah I. İbrahim, yönetimi esnasında Almanya üzerine seferber düzenlemiş, Avusturya'nın Zitvatorok antlaşması'nı yenilemesine zorlamıştır. Ardından St. Jean şövalyelerinin Ege ve Akdeniz'deki saldırgan politikaları nedeniyle Girit Seferi'ne orduyu yollamış ve Girit'in fethi edilmesi, Avrupa'da geniş yer bularak padişaha karşı düşmanlığın artmasına neden olmuştur.

GİRİT SEFERİ

8,5 yıl süren böyle bir saltanat buhranı sırasında en önemli dış mesele Girit Savaşı’dır. Girit, Venedik Cumhuriyeti’nin elinde kalmış açık denizdeki son parça idi. 1644 temmuzunda, Mısır’a giden bir Türk yolcu gemisini, Girit açıklarında, Malta Şövalyeleri’nin 6 savaş gemisi zaptetti. Gemide Mekke kadısı ile eski darüssaade ağası (saray nazırı), çok kıymetli mallar, atlar, köleler, mücevherler bulunuyordu. Darüssaade Ağası, korsanlarla vuruşarak şehit oldu. Türkler’den alınan ganimetleri korsanlar Girit’e çıkarıp Hanya şehrinde sattılar. Satılan mallardan Türk atlarını gören bir rahip: "Ada’ya Türk atının ayağının basması hayır alâmeti değildir." demiş, Rodos ile Kıbrıs’ın da böyle bir uğursuzluktan dolayı Türkler’in eline geçtiğini söylemiştir.

Bu olay İstanbul’da çok kötü karşılandı. Venedik’in İstanbul elçisi çağırıldı; Türk mallarının nasıl Girit’te satılıp vergi alındığı soruldu; Yedikule’ye gönderilip hapsedildi, Venedik’le siyasi münasebetler kesildi. Kışın tersanede donanma hazırlıkları yapıldı; Sultan İbrahim her gün tersaneye gidip işlere baktı.

30 Nisan 1645’te Donanmay-ı Hümayun, Kaptan-ı Derya Yusuf Paşa’nın başkomutanlığında İstanbul’dan yola çıktı. Bütün dünya seferin Malta’ya olduğunu sanıyordu. İstanbul’daki bütün elçiler hükümetlerine bu şekilde bilgi vermişlerdi. Seferin Malta’ya olmadığını Türk devlet adamları arasında bile ancak birkaç kişi biliyordu. 106 savaş, 300 nakliye gemisinden kurulmuş Girit fethiyle ödevli donanmada bile bir tek kişi, Kaptan-ı Derya, seferin Girit’e olduğundan haberdardı.

Donanma yola çıktıktan 1 ay 21 gün sonra Yusuf Paşa, amiralleri gemisine çağırarak Padişah’ın mühürlü hatt-ı hümayununu açıp okudu, seferin nereye olduğu anlaşıldı.

GİRİT FETHİ'NİN ÖNEMİ

24 Haziran günü Türk askeri, Girit’e çıktı. Ertesi gün Hanya şehri kuşatıldı. 12 temmuzda Cezayir Beylerbeyi’nin gönderdiği 20 parçalık bir Türk filosu da geldi. 19 ağustosta Hanya kalesi düştü. Katolik Venedik’in zulmünden, pek ağır vergilerden bunalan Ortodoks Rumlar, Türkler’i büyük sevinçle karşıladılar. Girit’in fethi esasen çok gecikmişti; böylece, bütün Rum kavminin Türk idaresi altında birleştirilmesi de tamamlanmış olacaktı.

21 Ekim'de ise donanma Girit’ten ayrıldı. Hanya’da çok kuvvetli bir garnizon bırakıldı. 2 şubat 1646’dan başlıyarak 2. vezir Gazi Deli Hüseyin Paşa Girit başkomutanlığına getirildi (Hüseyin Paşa). 15 kasım 1646’da Resmo kalesi de düştü, 7 temmuz 1647’de adanın Türkler’in eline geçmemiş tek önemli mevkii olarak Kandiye kaldı. Son derecede berkitilmiş olan bu kalenin çeyrek yüzyıl sürecek olan kuşatmasına başlandı.

ALMANYA BOYUN EĞİYOR

Öte yandan, Almanya ile sınır vuruşmaları devam ediyor, bu vuruşmalar eninde sonunda yeni bir savaşa yol açacak gibi görünüyordu. Şeydi Paşa, Tata, Papa, Wessprim, Uyvar, Komorn ve Yanıkkale (Raab) gibi Slovakya kalelerini, Viyana’nın burnunun dibindeki yerleri vuruyordu. 1641 yazında akıncılar Aşağı Stirya’yı taradılar; Ratisbon’a (Bavyera’ya) kadar Tuna vadisini aştılar; Aşağı Bavyera ile Yukarı Tuna’yı geçtiler. Ratisbon yakınındaki bazı kasabalar, yani Almanya’nın tam göbeği, memleketlerinin yanıp yıkılmaması için, Türk egemenliğini kabul ettiklerini bildirdiler.

Bu durum, Alman imparatorluğu’nun ne derece güçsüz olduğunu gösterir. Bu korkunç seferin sebebini soran Alman elçisi Schmid’e Sadrâzam Kara Mustafa Paşa’nın verdiği, güya özür dileme makamındaki, şu cevap ünlüdür; "Olan olmuş!".

Kanije Beylerbeyi Sokulluzade Hasan Paşa da Raab vâdisinin Türk toprağı olduğunu ilan etti; bu vadideki Almanya’ya ait olması gereken kasabalara büyüklüklerine göre vergi takdir etti, gönderilmezse kendisi gelip alacağını bildirdi.

1642 yazında Kaptan-ı Derya Küçük Piyale Paşa, İtalya’nın Calabria kıyılarını (İtalyan çizmesinin burnunu) yakıp yıktı. 1645’te 120 kişilik bir Türk elçilik heyeti Viyana’ya gitti; İmparatorla görüşüp 8 ağustos 1645 Türk-Alman dostluk antlaşması olan Viyana Antlaşması'nı imzaladı. Avrupa kahveyi ilk defa bu Türk elcilik heyetinden görüp öğrendi.

RUSYA'YA KARŞI

Rusya ile siyasi münasebetler de Türk tehdidi altında devam ediyor, Ruslar’ın mümkün olduğu kadar Ukrayna ve Lehistan’a inmemesine çalışılıyordu. Sultan İbrahim, yeni Çar Aleksey’e gönderdiği name-i hümayunda şöyle diyordu:

— "Kırım Hanı’na kadimden Moskof Çarları taraflarından gönderilen vergileri, mûtâd üzre, vakt-u zamaniyle irsal eyliyesiz".

Rusya’nın genişlemesine engel olabilmek için, İstanbul’dan her zaman Kırım Hanı’na Rusya’yı sıkıştırmak emirleri gönderiliyordu. Hatta Rus tahtına hak iddia eden biri İstanbul’a çağrılıp kendisiyle Kazan ve Astırhan’ı Osmanlı’ya vermek üzere anlaşıldı.

Gürcistan’da sadrazam Salih Paşazade Erzurum Beylerbeyi Mehmet Paşa’nın komutasında gönderilen ordu ile Türk egemenliği berkitildi.

Ancak bu başarılı yılların yaşandığı zamanlarda Padişah İbrahim, çok sık ani şiddetli kararlar alarak kendi veziriazamın idam ettirmiş, ardından annesini sürgüne yollamış, bu sürgüne yollama olayına oldukça içeren Kösem Sultan sürgündeyken, oğlunun öldürülmesine yardım etmiştir.

SULTAN İBRAHİM'E KOMPLO VE ÖLÜMÜ

6 Ağustos 1648 akşamı vezir-i âzam Damat Ahmet Paşa, Topkapısı’ndaki sarayında bir ziyafet verdi. Davetliler arasında Yeniçeri Ocağı'nın zorbalıkları ile tanınmış generalleri bulunuyordu. Vezir-i âzamin maksadı, ziyafetten sonra sarhoş olacak olan bu zorbaları temizlemekti.

Bunu haber alan ağalar, o gece ziyafetin ortasında sıvışıverdiler. Yeniçeri Ocağı’nı o gece içinde ayağa kaldırdılar. İsyan tamamen Vezir-i âzam’a karşıydı ama, araya bazı ihtirasların girmesi, eğer Sultan İbrahim yerinde kalırsa bu hareketi zorbaların yanına bırakmayacağı korkusu, padişahın tahttan indirilmesine yol açtı. Esasen Sultan İbrahim’ in tahttan indirilmesini isteyen bir fırka vardı. Bu fırka, padişahın nüfuzunu kırmak için devlet aleyhinde Anadolu’da isyan bile çıkartmış, fakat isyan bastırılmıştı.

Padişahın tahttan indirilmesinden sonra, Yeniçeriler’den nefret eden İstanbul halkı ayaklandı.

«Padişahımız uğruna kırılıp gene İbrahim Han’ı padişah ederiz!» diyerek, büyük gösterilerde bulundu. Bunun üzerine, padişah yeniden tahta çıktığı takdirde başlarından korkan ihtilâlciler, aralarında Kösem Valide Sultan ve müstakbel şeyhülislâm Abdülâziz Efendi ele bulunduğu halde, Sultan İbrahim’ in öldürülmesine karar verdiler.

Sultan İbrahim’i de tahttan indirip yerine yedi yaşındaki oğlu IV. Mehmet‘i geçirdiler. Taş bir odaya kapatılan İbrahim’in bağırıp çağırmasından yeni bir ihtilâle yol açmasın diye, on gün sonra, 18 ağustos 1648’de, 33 yaşındaki padişahı devrin meşhur cellâdı Kara Ali’ye boğdurtarak öldürttüler. Devletin idaresi zorbaların eline geçti. Osmanlı tarihinde "Ağalar Saltanatı" denen uğursuz, karanlık devir başladı.

Naaşı ise Ayasofya avlusundaki türbesinde gömülüdür.

***https://www.timeturk.com/birinci-ibrahim/biyografi-781004

***https://www.tarihkomplo.com/2016/01/padisah-1ibrahim.html

***http://www.nkfu.com/1-ibrahim-deli-ibrahim-kimdir-1-ibrahim-donemi/

Ücretsiz Üyelik İşlemleri

Sayısal Derslere Nasıl Çalışılmalı?

Sicim Teorisi Nedir?


CANLIDERSHANE.NET

Başarıya ulaşmanın en kısa yolu! Bizimle eğitim hep yanıbaşınızda!

Yukarı Çık